27 Şubat 2012 Pazartesi

Melâmet Ehli


Melâmet ehli, kendilerini zahitlikle, irfanla, iyilikle göstermeyi de bir kayıt,
hatta bir kendini beğeniş ve beğendirme çabasına düşüş bildiklerinden kendilerini
herkesten aşağı görmek ve göstermek, yapılan hayrı, iyilikleri gizlemek; kötülükleri,
işledikleri günahları ve şerleri ise gizlemeye uğraşmamak düşüncesini şiar edinmişlerdi.
(Gölpınarlı, 1985:111,112; Bolat, 2003:15) Melâmetîliğin öncülerinden Abdullah bin
Münâzil’in dilenmesi,  Bâyezîd-i Bistâmî’nin Ramazan ayında (seferî olma ruhsatını
kullanarak) etrafına toplanan kalabalığın karşısında ekmek yemesi, Yusuf bin
Hüseyin’in Kur’an okunurken ağlamayıp  şiir okunurken ağlaması (Bolat,
2003:112,149,154)  şan ve  şöhret korkusu ile riyadan kaçınmayı benimseyen
Melâmetîlerde görülen hallerden sadece birkaçıdır.
Nefsi kınama ve aşağılama amacı ile, halkın eleştirilerine maruz kalarak
onlardan bağımsız hale gelip kendilerini bütünüyle Allah’a adamak inancı ile hukuken
hoş karşılanmayan veya hukuku ihlal eden eylemlere yönelme; Melâmetîliğin
yozlaşmasına, marjinal olarak değerlendirilmesine,  İslam öncesi veya  İslam dışı
kültürlere dayandırılmasına, farklı anlamlandırılmasına yol açmıştır. (Bolat,
2003:167,168, 232)
Mutasavvıflar, tasavvufî düşüncelerini anlatmak için  şiiri bir araç olarak
kullandıkları gibi; mutasavvıf olmayan şairler de düşüncelerine derinlik katmak, zengin
bir çağrışım oluşturmak için tasavvufun sembol ve terimlerinden faydalanmıştır.
Mutasavvıf  şairlerce; Hakk’a giden yolda, Hak uğruna karşılaşılan her engeli hiçe
sayma, övünme, kınayanlara meydan okuma şeklinde dile getirilen melâmet, toplumun
akıl ve mantık ölçülerini önemsememe, maddî ve dünyevî bağlardan azade olma, endişe
duymama gibi özelliklerinden dolayı delilik ya da sultanlıkla ilişkilendirilmiştir.
Cezbeli ve taşkın görüşlerinden dolayı on iki dervişi ile idam edilen  İsmâil
Maşûkî (ö.945/1539), (Gölpınarlı, 1997:227; Bolat, 2003:326) bir şiirinde,
Terk edip nâm u nişânı giy melâmet hırkasın
Bu melâmet hırkasında nice sultân gizlidir    
diyerek şan şöhreti terk etmenin ve fakirliğin alâmeti olan melâmet hırkasını giymenin,
asıl sultanlık olduğunu vurgulamıştır. Kul Nesîmî,
Ben melâmet hırkasını kendi giydim eğnime
Âr u nâmus şîşesini taşa çaldım kime ne    (Gölpınarlı, 1997:227)
dörtlüğü ile başlayan bestelenmiş meşhur şiirinde, toplumun çok değer verdiği ar ve
namusu bile, bir şişe gibi taşa çalacak kadar melâmet yoluna girdiğini, kararlılığını,
kınamalara aldırmadığını açıkça belirtmiştir.

kaynak: http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/bahir_selcuk_fuzulide_melamet_kavrami.pdf

“Madde âleminin dört temeli nefislerimizin dört derecesidir. Bütün kötülüklerin kaynağı nefs-i emmaremiz ateşe, yaptığımız kötülüklerden sonra kendimizi kınayan nefs-i levvame havaya, iyi ile kötüyü ayırmamızı sağlayan nefs-i mülhimme suya ve bizi kötülüklerden arındıran nefs-i mütmainnemiz toprağa benzer.
 Nefsin hangi surette sana hükmetmeye kalkarsa, o suretin eşiti olan unsuru bedenine tatbik et. Nefsin günah işleme arzusundaysa elini ateşe değdir; dayanabiliyorsan o günahı da işle. Kendini kınamak istersen havaya ve rüzgâra karşı oturup düşün. Kötülükten iyiliğe geçmek için suyla arın ve abdest al. Bütün kötülüklerden arındığın vakit bedenin toprak olmaya hazırdır. Çünkü ancak varlığımızı toprak ettiğimiz vakit manamızın hakikatine erebiliriz.”




Nefsin Dereceleri
Emr Alemi‘nden rabbanî bir lâtife olan insanî nefs , sıfatlarına göre farklı isimler alır. Hayvanî nefsin tesirinden uzaklaştıkça sıfatı değişir, mertebesi de yükselir. Nihayet tamamen billurlaşıp Rabbi‘ne vasıl olur.
İnsan, aşağıda ismi geçen mertebelerden sadece birinde olabilir. Üst mertebelere yükselebildiği gibi, geri de düşebilir. Bu mertebe ve isimleri sırasıyla görelim:
Nefs-i Emmâre: Kötü his ve huyları, çirkin vasıfları barındırır. Şehvet düşkünü hayvanî nefsin hükmü altında olmakla, hayvanların yoluna girmiştir. Kötü işleri güzel görür. Hesap ve ahiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür.
Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. Allah‘ın düşmanıdır. Hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrulmuştur. Kur‘an-ı Kerim‘de Hz. Yusuf a.s.‘ın diliyle: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder.“ (Yusuf, 53) buyrulmaktadır .
Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs -i emmarenin sahibi, ya fasık , ya münafık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samimi tevbe ve terbiye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır.
Nefs-i Levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir . Nitekim Allahu Tealâ : “ Nefs -i Levvâme‘ye (kendini kınayan nefse) yemin olsun ki” ( Kıyame , 2) buyurmuştur.
Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.
Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor.
Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp‘tir. Alemi Berzah Alemi‘dir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi‘dir. Uykuyla uyanıklık arasında –genellikle oturma halinde- Misal Alemi‘nden bir çok manalar temessül eder. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi rabıta ve zikirdir.
Nefs-i Mülhime: Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur‘an‘da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim” (Şems, 8) buyrulmuştur .
Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.
Alemi Ruhlar Alemi, mahalli Ruh‘tur. Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mertlik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Visal rüzgarları esmeye başlar. Fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar . Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah‘ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir.
Nefs-i Mutmainne: Cenab -ı Mevlâ‘nın “Ey tatmin olmuş Nefs” (Fecr , 27) hitabıyla ıstıraptan kurtulup huzura eren nefstir . Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne‘l - yakîne ve kâmil imana ulaşmıştır. Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmıştır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır‘dır. Manevi tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır.
"Balçık çok olunca fil bile kayar"

bilmem zikri

     Bilemedim, dünya nedir, dünyalık nedir bilemedim. Pazar nerededir, alan kim, satan kim bilemedim. Dönen ile duranı, yürüyen ile oturanı bilemedim. Tapduk Sultanımın dediği gibi "ben" demekten kurtuldum. Kim bir şey sorarsa "Bilmem" dedim. "Bilmem" zikrinin içinde ben zamiri olduğu için mi nedir, bilmezliğin ağırlığını da bilemedim. Sonunda bilmeyen kişinin kendini inkar ettiğini bile düşünmeye başladım..

TANRI ÜZERİNE

       ...Sonra korkuyorum, var olduğu fikrinden de korkuyorum, yok olduğu fikrinden de... Var ise yaptığım işlerden korkuyorum, yok ise yapılan işlerden korkuyorum.
     
       Eğer bu dünyada yapılan işlerin bir sorgusu suali olmayacaksa, eğer insanların bir vicdani hassasiyetleri bulunmayacaksa, iyiler ve kötüler arasında, zenginler ve fakirler arasında, güzeller ve çirkinler arasında hangi adaletten söz edilebilir?!..

       Tanrı, içimde bir sancı...
     
      Önemli olan insanın korkacağı bir tanrı mı istediğiydi, yoksa sevip umut edeceği bir tanrı istediği mi? Allah ile kul arasında korku umuttan daha etkin bir his olmalıydı...

19 Şubat 2012 Pazar

"Soruluncaya kadar susman, susturuluncaya kadar konuşmandan hayırlıdır..." - Hz. Ali

18 Şubat 2012 Cumartesi

Mevlana ve Yunus


            “Peki Derviş Yunus senin fikrin nedir?”
            “Hangi hususta efendim?”

            “Mesnevi’miz hususunda”

Ne demeli, soruya nasıl bir cevap vermeliydim? Elim ayağıma, dilim damağıma dolaştı. Kafiye düşürecek durumda değildim. Ama neden bilmem aklıma ilk gelen kafiyeyi söyleyiverdim. Keşke dilim tutulsaydı… Daha sonraki yıllarımın, Hüdavendügar Hazretleri’ne cevap diye söylediğim bu kafiyeden utanmakla geçeceğini elbette bilemedim:
               
           “Uzun demişsiniz efendim! Ben olsam,

‘Et ü kemik büründüm
Yunus diye göründüm.’ derdim olur biterdi!

           “Hımm!..  Arifler için uzun olan halk için kısa sayılır Derviş Yunus. Belki sen daha kısa söylersin, olmaz mı?”
         
   “Estağfurullah sultanım!”
           
            Yer yarılsa da içine girseydim! Bilmeyerek ne büyük küstahlık etmişim! Başımı yere eğdiğimde teselli yine onun şeker dudaklarından geldi:

            “Derviş Yunus, artık iyice inandım ki bana yan ama tütme dediler. Sana yan ve yandır denilmiş!... Sen bizi gizli yüzümüzden tanırsın. Başkasının gözle göremediğini sen kalp ile görürsün. Bahtın açık olsun!..”

                Mevlana bunu söyledikten sonra naralandı. Ben özür diledimse de artık beni dinlemiyor gibiydi. Ondan duyduğum son sözler oldu bunlar ve daha o andan itibaren yanmaya başladım. Ayrılırken ikimiz de ağlıyorduk. Benim gözyaşlarım pişmanlıktandı; ama onunkileri bir türlü kestiremedim…

16 Şubat 2012 Perşembe


“Yanlış olan, zor olan, hüsrana götüren kulun hata yapması değil, hatada ısrar etmesidir.”

                                                                                                                                             Tapduk Emre
                                                                                                                            
“Özünü tevhide uydur, yüzünü Mevla’ya döndür. Kimseye razını* açma, iven davranma, özünü tevhide tapşır,* bedenini dergaha bağışla.”

                                                                                                                                             Tapduk Emre


*Tapşırmak: Havale etmek
*Raz: Sır
…Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki heceyle, od-un işte ateş veren şey… Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim, ateş olan kısmına, gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına, ‘od’a talip oldum…

                                                                                                                                                                         "Oduncu Yunus"
… O zamanlarda gönlüm çalkantılı denizlerde bir sandaldı. Ne yana gideceğini bilmeyen, küreği ve yelkeni kırık bir sandal.  Beşinci aydan sonra yalnızca ‘Bilmem!’ zikrine devam ettim. Tapduk Sultan’ım bana biat vermiş, “Biz ümmiyiz ve senin aklında sorular var. Soruyla dervişlik olmaz teslimiyet gerektir; bu yüzden hiç nesnen kalmayana dek sorulardan kurtul; zahirini terk eyle dimağını arıt. Bundan böyle ‘Bilmem!..’ çek ve ‘Bilmem!’ lafzı senin virdin* olsun. Ta o güne kadar ki sana ‘Adın nedir?’ diye sorulursa ‘Bilmem!’ diyesin”, buyurmuştu…                   


                                                                                                                                                                              yunus




*Vird:
Tasavvufta belirli sayıda Allah denilerek kalbin durulmasını hedefleyen zikir çeşidine vird denir.
 SENİ SIYGAYA ÇEKER/BİR MOLLA KASIM GELİR


Ben dervişim diyene
Bir ün edesim gelir
Tanıyuban şimdiden
Varup yetesim gelir


Sırat kıldan incedir
Kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne
Evler yapasım gelir


Altında gayya vardır
İçi nâr ile pürdür
Varıp ol gölgelikte
Biraz yatasım gelir


Ta'n eylemen hocalar
Hatırınız hoş olsun
Varuban ol tamu'da
Biraz yanasım gelir


Ben günahımca yanam
Rahmet suyunda yunam
İki kanat takınam
Biraz uçasım gelir


Andan Cennet'e varam
Hak'kı Cennet'te görem
Hûri ile gılmanı
Bir bir koçasım gelir


Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sıygaya çeker
Bir Molla Kasım gelir


YUNUS EMRE



Tamu   : Cehennem
Ta’n       : Ayıplamak,kınamak,kötülemek
Andan : Bahçe, bağ ve bostanda sulamayı kolaylaştırmak için, toprağın eğimine göre ayrılmış parçalar, maşala, evlek.
Sıygaya çekmek: Sorguya çekmek

15 Şubat 2012 Çarşamba

çocukluğum
nasıl üşüyorsun ki şimdi
beni titretiyor - sallıyor-sokakların
hiç böyle soğuk kış görmedin mi sen 
yoksa soğuk kışları 
kağıt evlerden mi izlemişsin onca yıl
ey ömrümün en huzurlu yılları
yolları,tozu toprağı…
çocukluğum
hangi enkazdan gelir sesin

23 Ekim'e

14 Şubat 2012 Salı


Ben
Geldim gidiyorum yalan Dünya'dan 
Ne yapsam bahtiyar olamadım ben.
 
Meşakkat deryası olan Dünya'dan
 
Erenler kabına dolamadım ben...
 

Herkes ektiğini biçiyor dendi
 
Yüzsüz karşısında güçsüz efendi
 
Hırsız
 zevk-i safa sürdü eğlendi 
Felekten bir gece çalamadım ben...
 

Üstüme yürüdü kalleş ordusu
 
Yoktu hiç birinin Hak'tan korkusu
 
Hak'ka da gücendim sözün doğrusu
 
Ne idi günahım bilemedim ben! ..
 

Belki bunlar gerçek ben bir yalandım
 
Kerem gibi aşk uğruna yanandım
 
Dost dost diye diyar gurbet dolandım
 
Gönlümün harcını bulamadım ben...

Hüseyin Poyraz
Asaf'ın miktarını bilmez Süleyman olmayan
Bilmez insan kadrini alemde insan olmayan

Zülfüne dil vermeyen bilmez gönül ahvalını
(ah) Anlamaz hal-i perişanı perişan olmayan

Rızkına kani olan gerduna minnet eylemez
Alemin sultanıdır muhtacı Sultan olmayan

Kimki korkmaz Hudadan anadan korkar erbab-ı ukul
(ah) Her ne isterse yapar Hak'dan her asan olmayan

İtiraz eylerse bir nadan ziya hamuş olur
Çünkü bilmez kadr-i güftarın sühandan olmayan 


ben beni bilmem; neyim, dünya nedir, ukba (ahret, öbür dünya) nedir?
söyleyen kim, söyleten kim, aşk nedir, sevda nedir?

mey (şarap) nedir, saki (barmaid) nedir, mecnun nedir, leyla nedir?
kimse idrak eylemez (kavramak istemiyor), bu alem-i eşya (şeylerin dünyası) nedir?

gül dırahtında (gül ağacında) kuru feryat (yalnızca yakarı) ile kâm (mutluluk) isteyen,
ölmeden dostun yoluna tuttuğun dava nedir?

arayıp gezmektedir pervane (gece kelebeği -ateşe gider ya hani) aşkın ateşi,
dosta can vermek, muradı bilmez istiğna (arzuyu görmezden gelen nazlanma) nedir?

takınıp zincir-i aşkı (aşk zincirini), divane (aşk delisi) oldunsa eğer,
halkı taciz eyleyip (herkesi rahatsız edip) senden sana şekva (kendini şikayet) nedir?

vakıf oldunsa (kavradıysan) eğer kâlü bela esrarına (sonsuzluğun sırrını),
maksadın ancak rızadır (kabullenmektir), cennet-i âlâ nedir (neden cennet istersin)?

şems (mevlana'nın dostu) gibi izhar olur (belli eder), her kimde var envar-ı aşk (aşkın ışığı),
âşikâre (aşık gibi) yanmalı, âşıklara ihya (dirilmek, iyi olmak) nedir?

aşk pazarına fuzulî (boş yere) kimse basmasın ayak,
şem i; yanmak rifat-ı oddan (ateşin yüceliğinden) sana perva (korku) nedir?

fuzuli

13 Şubat 2012 Pazartesi

suskun

Bunca laftan sonra bize düşen de Susmak.
Kızılderili yerinde söylemiş: “Kartallar sessiz kalınca, papağanlar ağız gevelemeye başlar.”

suskun

Dilden başlar terbiye.

suskun

sana da başkalarına da
yetecek kadar sus ki,
susuşun nara olsun,
konuşman çare olsun.

susmayı çınarlardan öğren,
başları göğe eren,
köklerini şehrin ta
bin yıl derinlerine süren.

halk susmayı bir bilse,
susarak bağırmayı,
zorbaların yüreği
korkudan çatlayacak.

taşa “konuş, konuş!” demişler,
bir susmuş, iki susmuş,
sonunda “ben, demiş, ben.


Cahit Koytak

suskun

“İnsan için en faydalı şey, alâkadar olmadığı konu hakkında söz söylememesidir.”

“Söylediğim bir sözden dönmektense, söylemediğim bir sözü zapta kadir olmak isterim.”

“Söz ağzımdan çıktı mı bana hâkim olur, ağzımdan çıkmadıkça ben ona hâkimim.”

“Söylemediğim bir söz yüzünden kat’iyyen pişman olmadım, fakat söylediğim nice söz yüzünden defalarca pişman oldum”.

Beydaba

suskun

"Akıllının dili gönlünün arkasındadır, ahmağın gönlü ise dilinin arkasında."

Hz. Ali
Kalbinde kasavet, bedeninde bir gevşeklik, rızkında bir kıtlık görürsen bilki sen mutlaka lüzûmsuz, fuzûli şeyler konuşmuşundur.

Bir Sahabe ?
"Az söz erin yüküdür, çok söz hayvanın yüküdür"

Yunus Emre
"Dilim yırtıcı bir hayvandır. Serbest bırakırsam beni parçalar."

tâvûs kuddise sirruh

suskun

’’susarak anlattın bütün gizliyi
sakladım duygumu ben konuşarak’’
Akif

suskun

"Cihadın en değerlisi, haktan sapmış bir idareci yanında gerçeği ifade eden bir söz söylemektir."
Hz. Muhammed (S.A.V.)