…Bütün bu sohbet esnasında başı omzumdaydı. Ucasar’daki günlerden bahsederken bir ara omzumda nem hissetmiştim. Sitare belli etmeden ağlamıştı. Anlamazlıktan geldim. Sevgilinin gözünden akan bir damla, bir erkek için ya hazinedir, ya da hazineyle tartılır. Çaresizlik yollarınızı bağladıysa o damlayı görseniz de iç acıtır görmezden gelseniz de… Elim Sitare’nin saçları arasında dolanırken kaç kere parmağımı uzatıp o damlayı silmek istediysem de, her seferinde bundan vazgeçtim, derdimi içime attım. Bilmek çare olmayı gerektirirdi ve o günlerde benim çarelerim tükenmişti. Ona karşı çaresiz olmaya da tahammül edemezdim. Çünkü o benim her şeyim, mahremde sırdaşım, zor günde ayaktaşım, er meydanında yoldaşımdı. Cengâverliği benden iyi bilir, bilhassa hançeri çok ustaca kullanırdı. Bazen ben mi onu himaye ediyorum, o mu beni koruyor şüpheye düşerdim. O benim emniyetim, güvenim sadakatim idi. O bana Allah’ın bir lütfu idi…
Yunus Emre
Kitaptan en çok aklımda kalan kısım bu. Kadının sadece kaprisli, erkeğin sadece sadakatsiz olarak tanımlandığı ve bunların normalleştirildiği zamanımız dünyasından bakınca ne kadar güzel bir aşk tasviri... Sahiden kaldı mı böyle aşklar?
YanıtlaSil